top of page

Dönemler VII – Başkanlık sistemine giden süreç ve sonrası  (2016- …)

Türkiye her dönem büyüme-duraklama-kriz döngüsüyle yüzleşiyor. 1930’lardan 2000’lere kadar neredeyse her 10 yılda Türkiye bu döngüye giriyor. Her döngü krizle bitiyor, politika değişikliği ile yeni bir büyüme hikayesi oluyor. Ak Parti’nin hikayesi de böyle oldu. Türkiye’nin 2002’de başlayan büyüme dönemi bu sefer “küresel” bir kriz olan 2009 krizine kadar devam etti. Krize karşı önlemler alındı. Hem Türkiye’de hem dünyada… Fakat ekonomiler tam anlamıyla eski canlılığına kavuşamadı. Dinamizm kayboldu. ABD’de zayıf büyüme dönemi başladı. Avrupa borç krizine girdi. Küresel ekonomide 2010 sonrası bir duraklama dönemi başladı diyebiliriz. Böyle dönemler ABD, Avrupa gibi güçlü merkezlerin küresel politikalarında değişime sebep oluyor. Bunun gibi etkiler diğer ülkeleri de siyaseten değişime zorluyor. Dış koşullarla paralel giden siyasi değişim sancıları içeride yavaş yavaş hareketlenmelere sebep oluyor. İç ve dış koşullar birbirini besleyen şekilde ekonomi ve siyaseti daha büyük bir girdabın içine sürüklüyor. Fakat burada olaylar arası yüzde yüz doğru bir neden-sonuç ilişkisi kurmak doğru değil. Yan etkilerin de ciddi sonuçları olabiliyor. Zincirleme etki diyelim. Bu yüzden Başkanlık sistemine giden sürecin izlerini, siyasi hareketlenmeler ve denge değişimlerinde önemli dönüşümlerin başladığı 2011-2016 döneminde aramalıyız. Özellikle 2013 sonrasında… Türkiye’yi Başkanlık sistemine iten gerekçeleri burada bulacağız.

2013, Ak Parti’nin politika ve tavır değişikliklerinde bir dönüm yılıdır diyebiliriz. Hem dünya hem bölgemiz değişmeye başlamıştı. Arap Baharı’nda demokrasi getirme düşüncesiyle başlayan halk isyanları üçüncü yılından itibaren (2013), ülkeleri kaosa sürükledi. Mısır’da Sisi darbesi oldu, Suriye daha da karıştı. Sınırlarımıza gelen bu savaş Türkiye’yi de tehdit etmeye başladı. Değişen koşullar içerideki hareketlenmeleri tetikledi, cesaretlendirdi. Bu anlamda 2013, Gezi olaylarının Arap Baharı’ndaki gibi iktidara yönelik kitlesel bir isyana dönüştüğü ve Fetö’nün 17/25 Aralık operasyonlarının başladığı yıl oldu. Fetö’nün zaman içerisinde silahlı kuvvetler, istihbarat, emniyet, yargı gibi etkili kurumlara “çökmesinin” kötü sonuçları hükümet tarafından nihayet hissedilmeye başlandı. Ak Parti/Fetö ilişkisi 2011’den itibaren gevşemişti. 2013’ten sonra ikili mücadeleye dönüştü. Gezi olayları ve 17/25 Aralık’ın üzerine 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimleri siyaseti ayrıca hareketlendirdi. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den sonra yeni Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan, Başbakan olarak Ahmet Davutoğlu’nu görevlendirdi. Bu dönem Suriye politikasında ciddi kırılmalar oldu. Suriye’deki kaos kuzeyde PKK türevi örgütlerin ayrılıkçı hareketlerini güçlendirmişti. Bölgedeki terör yapılanmalarının Türkiye’de prova edilmesi iplerin kopmasına sebep oldu. Bu durum o zamana kadar inişli çıkışlı seyretmiş açılım sürecini de şüpheye düşürdü. Yanlış teşhisinin çözümü imkânsız hale getirdiği açılım süreci, terör eylemlerinin artmasıyla 2015’te son buldu. Devletin güvenlik politikalarının öncelikli hale gelmesi direnenlerin dışlanmasına, destekleyenlerin birleşmesine sebep oldu. Güvenlik güçlerine yuvalanmış Fetö’nün, devletin bölgedeki meşru tepkilerine direnmesi bu örgütün sistemden atılmasını zorunlu hale getirdi. Tüm bu geçişler ayrıca hükümetin otoriterleşmesini hızlandırdı.

Türkiye’nin Suriye’de bir terör devletine müsaade etmeyecek olması, bu direnci kırmak isteyen Fetö’yü harekete geçirdi. Tabi ki, Türkiye’nin Suriye ve bölge politikasını kabullenemeyen uluslararası güçlerden destek göreceğini umarak... Zaten dünyada şartlar iyice değişiyordu. ABD’de Obama döneminin sonuna gelinirken ABD iç siyasetinde değişim havası hakimdi. Çin’le rekabet kızışmıştı. Avrupa’da Brexit rüzgarı esiyordu. Fetö bunu da fırsat bildi. Mülteci krizinin ve ekonomik konjonktürün etkisiyle dünyada devletlerin merkezileşmesi anlayışı güçlenirken bu yeni anlayışın Türkiye’deki siyasi aktörleri değiştireceğini düşündü. 12 Eylül’deki gibi yeni dönemi kendilerinin başlatacağını zannetti. Türkiye’yi yalnızlaştırmak için bir yandan ABD’de lobi yaparken bir yandan uçak düşürme olayıyla Rusya krizine (2015) sürükledi. Fakat hükümetin bu terör örgütünü artık tamamen sistem dışına atmasından hemen önce son hamlesini yaptı ve “kırılma anı” 15 Temmuz böyle geldi. 15 Temmuz 2016’da Fetö silahlı kuvvetlerdeki üyeleri öncülüğünde hükümeti devirmeye yönelik kanlı bir darbeye girişti. O güne kadar milletin vicdanında sessizce biriken Fetö karşıtlığı o gün büyük bir milli direnişe dönüştü ve devlet-millet işbirliğiyle darbe püskürtüldü. Fetö’nün güvenlik ve sivil bürokrasi yapılanmasında büyük çaplı tasfiyeler gerçekleşti. Yani devlet nihayet bağırsaklarını temizledi. 15 Temmuz sonrası siyasi dengeler de değişti. Darbeden hemen sonra İstanbul/Yenikapı’da büyük bir mitingle tek ses olabilen siyaset, zamanla iki kanada ayrıldı. MHP hükümet kanadına destek verirken, diğer partiler muhalefette yer aldı. Başkanlık sistemine giden yol ayrımına gelinmiş oldu. O güne kadar zaman zaman gündeme gelen Başkanlık sistemi, Ekim 2016’da MHP lideri Devlet Bahçeli’nin öncülüğünde Meclis’te kabul edilerek, halk oylamasına sunuldu. Nisan 2017’de Türkiye Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine evet dedi. Haziran 2018’de yapılan seçimlerle beraber yeni sisteme geçilmiş oldu. Yani hükümetin Meclis içinden seçilmesine dayanan Parlamenter demokrasi terk edilmiş oldu. Siyaset ve bürokraside büyük yapısal reformlar gerçekleşti. Meclis’in yetkileri azaltılması, yargının etkiye açık hale gelmesi, basında tek sesliliğin oluşması çoğulcu yönetim anlayışını aşındırdı. Burada yasama, yürütme ve yargı arasındaki güçler ayrılığının yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı lehine değiştiğini vurgulamak gerek. Güç merkezileşmiş oluyor fakat bu Türkiye’de Ankara’nın, Ankara’da Cumhurbaşkanı’nın güçlenmesi şeklinde gelişiyor. Siyasi partilerin “Cumhur İttifakı” ve “Millet İttifakı” olarak iki odakta bütünleşmesinin marjinal siyaseti ılımlılaştırması beklenirken sonuç öyle olmadı. Yasama organı Meclis’in yetkilerinin azalması, siyasi partilerin muhalefet alanını kısıtladı. Otoriterleşme, dışlama etkisi yarattı. Bu da Ankara’da temsil edilerek var olmak isteyen hareketlerin temsil alanı olarak yerel yönetimlere/belediyelere ağırlık vermesine sebep oldu. En son yerel seçimlerini Millet ittifakı bu sayede kazandı. İktidar-muhalefet çekişmesi, hükümet-belediyeler arası çekişmeye dönüştü. Yani Türkiye derin yapısal dönüşüm geçirdi fakat yeni reformlara ihtiyaç duyar hale geldi. Dünyanın geçirdiği dönüşümün zihinsel boyutlarını ve Türkiye'nin dönüşüm ihtiyacını bir sonraki yazıda inceleyeceğim.

Serinin Yazıları

Dönemler VII – Başkanlık sistemine giden süreç ve sonrası (2016- …)

Dönemler VII - Sonuç: Zihinsel dönüşüm

Dönemler IX – Sonuç: Siyasi dönüşüm

Dönemler X – Sonuç: Ekonomik dönüşüm

İlgili Yazılar

Tüm yazılar

bottom of page