top of page

İhracattaki ivmelenme sürecek mi?

Eylül ayı başında açıklanan geçici dış ticaret verilerine göre Türkiye ilk sekiz ayda 140 milyar dolar ihracat yaptı. Geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre ihracatta yüzde 37 büyüme gerçekleşti. Son 12 aylık dönemde ise ihracat 207 milyar dolar oldu.


İhracatımızdaki bu artışın birçok sebebi var. Öncelikle salgın sonrası normalleşme sürecinin dış talepte artışa neden olduğunu söyleyebiliriz. Geçtiğimiz yılın yarısında tam anlamıyla kapalı kalan dünya son 1 yılda normalleşti ve açıldı. Hayatın normale dönüşü tüketimin de normalleşmesini beraberinde getirdi. Bu vesileyle üretim ve ticarette telafi edici artışlar yaşanıyor. Salgın sonrasına ertelenmiş siparişler bu canlanmayı önemli ölçüde besliyor.


Küresel ticarette yaşanan bu gel-gitler bizim gibi yüksek potansiyel taşıyan ekonomiler için büyük fırsatlar barındırıyor. Türkiye açısından büyük pazarlara yakınlık önemli bir avantaj. Hem güvenli tedarik arayışı hem de navlun fiyatlarındaki artışın etkisiyle alıcılar tedarikçilerini gözden geçirmeye başladı.


Ülkeler ihtiyaçlarını yakın ülkelerden karşılamayı artık daha çok tercih ediyor. Ticaret yakın ülkelere kayıyor. İhracatçılarımızın yeni durumlara adapte olma kabiliyeti ve sahip olduğu dinamizm, ülkemizin bölgesel konumunun sunduğu avantajlarla birleşince ihracatımız kendini 200 milyar doların üzerine atabildi.


Tabii ki destekleyici döviz kuru, ihraç mallarındaki fiyat artışları (dün 100 dolara sattığımızı bugün 150 dolara satabiliyor olmamız) ve Çin gibi büyük tedarikçi ülkelerin belirli sektörlerde kendi iç talebini karşılamaya öncelik vermesiyle dış talebin bize kaymasının da bu sıçramada etkili olduğu bir gerçek.


Peki, ihracattaki bu ivmelenme devam edecek mi? Etmesi için neler yapılabilir? Dış ticaretimizin yapısına bakarak ihracatta yakaladığımız ivmenin sürdürülebilirliği hakkında kısa bir değerlendirme yapabiliriz. Yeni bir atılım yapmak için neler gerekiyor, bunu yorumlayabiliriz.


Dış ticaretimizin yapısı: Ne alıyoruz, ne satıyoruz, nereye satıyoruz?


İhracatımızın yakaladığı ivmeyi sürdürebilmesi ekonomimiz için çok önemli. İkinci çeyrekte GSYİH’deki yüzde 21,7’lik büyümeye mal ve hizmet ihracatının 10,8 puanlık katkı sağladığı açıklanmıştı. Büyümeye verdiği katkının ötesinde ihracat Türkiye’nin cari dengesindeki en önemli döviz kaynağı olarak stratejik öneme sahip…


Türkiye’nin ilginç bir dış ticaret yapısı var. Bir yandan gelişmiş ekonomiler gibi yoğun hammadde/ara malı ithalatımız varken, diğer yandan gelişmekte olan ekonomilerde olduğu gibi yoğun ara malı/hammadde ihracatımız var. TÜİK’in Ocak-Temmuz dönemi kesinleşmiş dış ticaret verilerinde bunu görüyoruz:

Tabloya göre ara mal/hammaddenin ihracatımızdaki payı %50 iken ithalatımızdaki payı %75… Bu verilere göre ara malı/hammadde alıp işleyip yine ara malı olarak sattığımız izlenimi ediniyoruz. Ya da ithal ettiğimiz ürünleri çoğunlukla yurt içi tüketim ve üretimde kullanıyor olabiliriz. İthal girdi, “tüketim malı” ihracatına istenen seviyede dönüşmüyor gibi görünüyor. Ayrıca ithalatta enerjinin payının yüksek olduğunu belirtmek gerek. Petrol hammadde/ara mal ithalatının şişkin görünmesine sebep oluyor.


Bu tablolar tabii ki doğru yorum yapmak için yeterli değil. İncelememizi biraz daha derinleştirelim. Fakat yine makro düzeyde bakacağız. Ana fasıllar, yani ana ürün grupları bazında dış ticaretimizin yapısını inceleyelim.


TÜİK, Türkiye’nin en fazla ihracat ve ithalat yaptığı 20 ürün grubunu her ay açıklıyor. Ocak-Temmuz döneminde geçen yıla göre değişimlerde öne çıkan ürün grupları yukarıdaki tablolarla paralellik gösteriyor. Bu sefer ithalatla başlayalım:


İthalat:


İthalattaki artışta demir çelik öne çıkıyor. Demir ve çelik ithalatının %85 oranında artarak 15,4 milyar dolara yükseldiği görülüyor. Önemli artış görülen diğer fasıllar metal cevherleri (%96,7), bakır ve bakırdan eşya (%86,1), alüminyum ve alüminyumdan eşya (%66,7), organik kimyasal ürünler (%51,5) plastikler ve mamulleri (%49,1) gibi çoğunlukla üretim girdisi olarak kullanılan ara mal/hammaddeler… İthalattaki ilk 20 fasıl, toplam ithalatın %83’ünü oluşturuyor. Yine belirtelim: Enerji en büyük fasıl…


İhracat:


İhracattaki ilk 20 faslın görünümü ithalata benziyor. İhracatında en fazla artış yaşanan ilk 20 ürün grubunda metal cevherleri (%74), demir ve çelik (%70,4), bakır ve bakırdan eşya (%65,8), kıymetli ve yarı kıymetli taşlar (%64,8), alüminyum ve alüminyumdan eşya (%56,2), plastik ve mamulleri (%45,8) örme giyim eşyası ve aksesuarı (%41) öne çıkıyor. Tüm ihracatın dörtte üçünü oluşturan ilk 20 faslın tümünde önemli artışlar var.

Şimdi nereden alıp, nereye sattığımıza bakalım:


En büyük dış ticaret ortağımız hiç şüphesiz Avrupa… İhracatımızın yarısından fazlasını AB ve diğer Avrupa ülkelerine yapıyoruz. Yakın ve Orta Doğu da önemli ticari ortaklarımızdan… Yani Türkiye’nin pazarları yakın coğrafyasında yoğunlaşıyor. Kuzey Afrika’yı da saydığımızda (Tablodaki ilk 4 bölge) ihracatımızın neredeyse yüzde 80’i uçakla en fazla 4 saatlik mesafe içinde gerçekleştiriliyor. İthalatta ise Avrupa’dan sonra Asya öne çıkıyor. Fakat ülke olarak Çin birinci sırada.


Sürdürülebilir ihracat için ne yapılabilir?


Ürün ve ülke grupları bazında dış ticaretimizin yapısını en genel hatlarıyla gördük. En doğru çıkarımları yapmak için firma bazında mikro analizlere ihtiyaç duyulsa da genel bir izlenim edinmek için makro veriler yeterli. Ne yapmak gerektiğine dair sonuçlar çıkarabiliriz. Nasıl daha başarılı oluruz değerlendirebiliriz.


Öncelikle başaranın nasıl başardığını bilmeli ama kendi dinamiklerimizi göz ardı etmemeliyiz. Yani hep örnek gösterilen Güney Kore’nin geldiği yolu bilmeliyiz ama kendi ekonomimizin aynı yolda yürümeye müsait olup olmadığına veya küresel durumun bugün aynı olanakları bize sunup sunmayacağına bakmamız gerek. Her başarının bir metodolojisi var. Ne yapmamız gerektiğini, ne yapabileceğimizi “araştırmak”, ne yapacağımıza “karar vermek”, kararlarımızı “uygulamak” ve sonuçlarını “takip etmek” (AKUT) asıl mesele.


Hedef zor değil; zor olan nereden başlayacağımızı, nasıl yapacağımızı bilmek; doğru yoldan, doğru tercihlerle yürümek. Kafa karışıklıklarına izin vermemek, net olmak gerek. Doğru bir politika sıralaması ile en doğru zamanda harekete geçmek...


Yapılabilecek çok şey var. Önemli hususları 8 başlıkta özetleyebiliriz:


1. Siyasi istikrar: Siyasi istikrar esasen ekonomik istikrarla eş gidiyor. Ekonomi iyiyse siyasi istikrara katkı sağlıyor. Tersi de geçerli. Siyasi altyapının kuvvetli olması yabancı yatırımların gelişini hızlandırıyor. Sermaye güvenmediği, öngöremediği yere gitmiyor. Sadece yabancı sermaye değil yerli için de geçerli bir durum bu. O yüzden siyasi istikrar olmazsa ekonomi yeterince gelişmez, ihracat sürdürülemez… Bunun için hukuk düzeni, yargı bağımsızlığı, kanunların uygulanmasında etkinlik; siyasette çok seslilik, güçlü temsil ve tabii ki güçlü kurumlar ve güçlü hükümet önemli…


2. Bölgesel istikrara katkı ve işbirliği: Dışarıdaki istikrar, yani küresel ve bölgesel istikrar ayrıca önemli. Sonuç olarak ihracattan bahsediyoruz. Alacak birileri olmazsa mal satamayız. Bölgemizde güçlü bir ülkeyiz. Bu gücü bölge istikrarına katkı sağlamak üzere kullanmalıyız. Bu kapsamda yakın zamanda Türkiye’nin dış politikada ılımlı mesajlar verdiğine şahit oluyoruz. Mısır, İsrail, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ile gergin olan ilişkilerin düzeltilmesine yönelik karşılıklı adımların atılması, bölgesel ticaretin gelişimi için büyük önem taşıyor.


Yukarıdaki bölgesel ticaret tablosunda görüldüğü üzere Yakın ve Orta Doğu ile Kuzey Afrika’ya olan ihracatımız salgın öncesi seviyelerini aşmış görülüyor. Hatta daha da önemlisi bu bölge ile olan ticaretimizde fazla veriyoruz. Aldığımızdan daha fazlasını satıyoruz. En büyük ticaret ortağımız olan Avrupa’yla olan ticaretimizin de salgın öncesi seviyeleri aştığı görülüyor. İlk 7 ayda ihracatımızın yüzde 55’ini Avrupa’ya yapmışız. Bu durum Avrupa ile iyi ilişkilerin önemini gösteriyor. “İkili ticareti artırmak üzere mutabakata varmak” değil daha fazlası lazım. İşin esası mutabakatların pratiğe dönüşebilmesi. Bu da siyasi ilişkilere ticari ilişki olarak bakmayı, küresel değer zincirindeki yerimizle ilgili vizyon ortaya koymayı gerektiriyor.


3. Rekabetçi kur anlayışının gözden geçirilmesi: Ekonomi çok değişkenli bir alan. Bugün en önemli yapısal sorunlarımızın başında enflasyon geliyor. Kurdaki artış ithal malların fiyatlarını artırarak enflasyonu artırıyor. Kurdaki artış diğer yandan ihracatta rekabetçiliğe katkı sağlasa da ihracat kazançlı olunca, firmalar iç piyasa yerine dışarıya yöneliyor. İçeriye arz azalıyor. Fiyatlar artıyor. Yine enflasyon oluşuyor. Dolayısıyla rekabetçi kur anlayışını gözden geçirmek gerekiyor.


Enflasyon ihracatta atılım için bir engel. Çünkü faizlerin düşmesini engelliyor. Yüksek faiz artan siparişlere yetişmek için üretim/kapasite artışına gitmek isteyen ihracatçılarımızın finansmana erişimini zorlaştırıyor. İhracatta atılımda ölçek ekonomisi denen modele geçiş için büyük yatırımlar gerekiyor. Büyük yatırımlar için finansman koşullarına dikkat etmek gerek. Büyük yatırımlar için siyasi istikrar ve bölgesel işbirliğine de dikkatinizi çekerim.


4.Teşvik ve desteklerde seçicilik: Takip edenler biliyordur. Salgın dönemi devletlerin bütçe dengelerinde bozulmalara yol açmıştı, tüm devletler son iki yılda planlanmayan harcamalar yapmak zorunda kaldı. Şimdi normale geçişin etkisiyle kamu harcamaları da normale dönecek hatta kesintiler ortaya çıkabilecek. Bu durum kamu kaynaklarının etkin ve verimli kullanılmasını daha önemli hale getiriyor. İhracata dönüşü daha yüksek olacak şekilde verilecek mali veya finansal destekler, firmalara sağlanacak avantajlar yani genel olarak tüm teşviklerde seçici olmak gerek. Stratejik sektörlere ve çarpan etkisine odaklanmakta fayda var. Verilecek ilave teşviklerde dikkat edilmesi gereken bu. Bu konuda “davranışsal kamu politikaları” disiplini çok geniş bir çalışma alanı sunuyor. İlgilileri bulup inceleyebilir.


5. Bürokrasinin azaltılması: Yüksek teknolojili üretime, ARGE'ye, markalaşmaya teşvikin daha kapsayıcı hale geldiği, kolaylaştığı, bilinirliğin artırıldığı bir ekonomide iş yapma kolaylığı artırılmış oluyor. Bir de ihracat operasyonu ve gümrük işlemleri sadeleştiğinde ihracatçılarımız hedeflerine koşar adım ilerleyebilir. Bürokrasinin azaltılmasında en önemli kavram dijitalleşme…


6. Özerk kurumların güçlendirilmesi: İhracata değen kurumların tek çatıda bulunmasının faydaları var. Fakat herkesin malumu büyüyen her şey yavaşlar. Burada bakış açısı “merkez bürokraside yığılmayı engelleyecek şekilde, işleri özerk kurumlara delege etmek” olmalı. Yeni veya yenilenen kurumlara ihtiyaç var. Ticari istihbarat toplayacak, yurt dışı pazar araştırmaları yapacak; mevzuat, gümrük, tarife, kota, teşvikler, finansman, ihracat operasyonu konularında uzmanlardan oluşan “bölgesel kurumlar veya merkezler” herkesin işine yarar. Bu işleri yapanlar tabii ki var. Türkiye’de bu birikim var. Fakat dağınık duruyor. Koordinasyon zayıf. Bu dağınıklık sonuç almaya ve hafızaya zarar veriyor. Dünün sorunları bugün en baştan yeniden tartışılıyor, geçmiş tecrübelerden yararlanılmıyor. Aynı olumsuz sonuca varılıyor. Zaman kaybı. İşin özü: Ankara bürokrasisiyle özel sektör arasında köprü olacak bölgesel kurumların çoğalması ve yetkilendirilmesi gerek. İhracatta önde gelen bölgelerimizde A’dan Z’ye işlerin yürütüldüğü, bir firmanın kapısından girip ihracatçı çıkacağı ihracat üsleri kurulabilir.


7. İhraç ürünlerinde kompozisyonun değişmesi: Yukarıdaki ürün grupları tablosunda gördük. Türkiye’nin sattığı ürünler çoğunlukla nihai tüketim ürünü değil. Biraz işleyip ara mal satıyoruz. Ürün bazında hangi pazarlarda potansiyel var, hangi ülkelerle yarışıyoruz, alıcı ülkeler neden Türkiye'den değil de bir başkasından alıyor, bizden alması için ne yapmalıyız gibi sorular soracak bir bakış açısı geliştirerek detaylı ürün-sektör-ülke analizleriyle ihracatta yeni bir lige atlayabiliriz. Yükte ağır pahada hafif ürünleri satarak bir yere varmamız zor.

Bu arada ihracatta kompozisyon değişikliğine giderken ithalat alerjisine kapılmamak gerek. İhracatı artırılmak istenen ürünlerimizin ithal girdi ihtiyacı yüksek olabilir. Önemli olan içeride ne kadar değer yaratabildiğimizdir.


8. Firmaların kurumsal altyapısının geliştirilmesi: İhracata uygun ticari ilişkiler geliştirmek veya ekonomi yaratmak yeterli değil. Makroekonomik yapı elverişli olsa da şirketler böyle olmayabilir. Firmalarımızın ürün geliştirme, pazarlama, ihracat operasyonu, satış, satış sonrası hizmetlerde kendilerini geliştirmesi ve devletçe yeterli ölçüde desteklenmesi gerekli. İhracat yapmak isteyen on binlerce firma var ama ihracat operasyonunu bilen ve yabancı dili olan birilerini bulmak çok zor. Yurt dışı pazar araştırması yapabilecek, yorumlayabilecek, ikili görüşmelerde bulunabilecek, işi bağlayabilecek, satışı ve sonrasındaki işlemleri yürütebilecek birilerini bulmak, ekip oluşturmak kolay değil. Türkiye’de teknik adam kolay yetişmiyor. Burada bir eğitim seferberliği başlatılabilir. Nitelikli iş gücü desteklenmeli.


Yukarıdaki başlıklarda Türkiye’de hiçbir şey yapılmıyor diyemeyiz. Fakat dünya ihracat pastasından aldığımız yüzde 1’lik payı ikilere üçlere çıkarmak istiyorsak herkesten daha fazlasını yapmalıyız. Küresel iş bölümünde düşük değerli üretim yapan bir ülke olmakla bu iş olmaz. İhracatta işler düzeldi diye bakmamak, rehavete kapılmamak lazım. Yeni şeyler söylemek ve yapmak gereken zamanlardayız.


*Bu yazı 27 Eylül 2021'de Dünya Gazetesi Serbest Kürsü'de yayınlanmıştır. Bu yüzden istisnadır, üç paragraftan uzundur !

Tüm yazılar

bottom of page