Dönemler V - Küresel ekonomiye entegrasyon (1980-2001)
12 Eylül 1980 darbesinden önce ekonomideki durgunluğa çare olarak 24 Ocak Kararları alınmıştır. Kararlar kapsamında TL devalüe edilmiş, ithal ikameci anlayış yerini ticarette dışa açılma ve serbestleşmeye bırakmıştır. Bu dönem piyasa ekonomisi şartlarına uyum sağlama yönünde radikal önlemler alınıyor, kamu kesiminin daraltılması amaçlanıyor. Önceki dönemlerde uygulanan sabit döviz kuru terk edilerek kur dalgalanmaya bırakılıyor. Yani artık TL’nin değeri, piyasa şartlarında arz ve talebe göre belirlenecek gerektiğinde Merkez Bankası müdahale edebilecekti. Planlama dönemi de bu vesileyle sona eriyor. 24 Ocak Kararları hazırlıklarını o dönem yürüten Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal. Özal, 12 Eylül Darbesinden sonra kurulan geçiş hükümetinde Başbakan yardımcılığı üstlenirken, 1983’te Anavatan Partisi olarak girdiği seçimden tek başına iktidar olarak çıkıyor. Özal dönemi aslında bugünkü Türkiye’nin ekonomik felsefesinin birçok açıdan temelini oluşturuyor. Türkiye’nin dışa açık, ihracata dayalı piyasa ekonomisi olarak küresel ekonomiye entegrasyonu olan 80’ler, 90’lı yılların tam entegrasyonuna giden sürecin başlangıcıdır. Ki dünyada da böyleydi. 80’ler, bugün gelişmekte olan ülkelerin birçoğunun dışa açılma hikayelerinin başlangıç dönemidir.
Bugün içinde bulunduğumuz dünyayı açıklayan en önemli ve en tartışmalı kavram olan küreselleşmeden bahsetmeden bu dönemi açıklamak zor. Küreselleşme ülke sınırlarının önemini kaybettiği, dünya ekonomilerinin ticaret, sermaye hareketleri gibi ekonomik ve bunun yanında siyasi etkileşimlerinin önemli ölçüde arttığı düzeni ifade ediyor. Yani biz bize benzeriz düzeni. Küreselleşmenin kendi içinde birçok dönemi ve küreselleşmeyi yaygınlaştıran birçok sebep olmakla birlikte dünya sistemine yerleşmesindeki dönüm noktası Sovyetler Birliği’nin çöküşüdür. Çöküşten yıllar önce zaten ABD öncülüğünde liberal demokrasi anlayışı dünyada etkisini artırmış, komünist/sosyalist Doğu Bloku çözülmüştü. Fakat küreselleşmenin esas yükselişi 1991’de Sovyetlerin resmen çöküşü sonrası ABD öncülüğünde oluyor. 70’lerin sonunda ABD Başkanı Reagan ve İngiltere Başbakanı Thatcher tarafından uygulanan ve dünyaya enjekte edilen neoliberal felsefenin de bir sonucu bu. Dolayısıyla Türkiye açısından Özal’la başlatılan küresel entegrasyon adımlarını küreselleşmeyle beraber düşünmeliyiz. 80’lerdeki ticari serbestleşmeye 1989’daki finansal serbestleşme adımı ekleniyor. 24 Ocak Kararları ile Sermaye Piyasası Kanunu, Bankacılık sisteminde düzenlemeler, yeni finansal kurumların ve Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın kurulması gibi finansal entegrasyonun hazırlıkları yapıldıktan sonra 1989’da Türk Parasını Koruma Kanunu/32 sayılı kararla küresel finansal düzene uyum sağlanıyor. Sermaye hareketlerine tam serbestlik getiriliyor. Bu vesileyle yurt dışından dövizle borçlanma imkanı getirilirken yabancı yatırımcının sermaye piyasalarında işlem yapabilmesi sağlanıyor. Bunda ekonominin o yıllarda kaynak darboğazında bulunması da etkili. Yani 32 Sayılı Kararla sıcak paranın önü açılıyor. Sermaye hareketlerindeki serbestleşme, gelişmekte olan ülkelerin yabancı sermaye çekme yarışına dönüşüyor. Sıcak paraya bağımlılık kırılganlığı, küreselleşme bulaşıcılığı artırıyor. 1997 Asya Krizi örneğinde olduğu gibi, dünyanın bir ucundaki bir ülkede finans sistemi çöktüğünde bu birçok ülkede hissedilebiliyor. Biz de küresel sisteme bağımlılığımız ölçüsünde durumdan etkileniyoruz. Yoğun ilişkili ülkelerdeki ekonomik sıkıntılar sebebiyle ihracat gelirlerimiz düşüyor, yatırımlar yavaşlıyor, döviz kaynaklarımızda azalma oluyor. Tüm bunlara kısa vadeli döviz kaynaklara erişim gündemi, yani sıcak paraya erişim gündemi ekleniyor. Sıcak paraya erişimimiz kolaylaştığında işler yolunda giderken, kaynak kesilince bir anda krize girebiliyoruz.
Paranın ülkeler arası trafiğinin muazzam ölçüde artması kur dengesizliklerini artırıyor. 1989’dan sonraki dengesizliklerimizin kaynağında bu var. Meksika’nın 1995, Türkiye’nin 1994 Krizi’ni derinleştiren sebeplerden biri bu. Kamunun borç yükü, yükselen faizler, enflasyon, yüksek cari açık ve dış kaynaklara erişimde yaşanan sorunlara devalüasyon beklentisi ilave olunca iç piyasada ciddi bir dolar talebi oluyor. Bir de ciddi miktarda kısa vadeli sermaye çıkışı olunca kriz kaçınılmaz oluyor. Krizden çıkış için 5 Nisan Kararları alınıyor. Hemen sonrasında IMF ile anlaşma sağlanıyor. Zaten sallantıda olan ekonomi 1999 Marmara Depremiyle yeniden sarsılıyor. Aynı yılın sonunda IMF ile yeni bir program üzerinde uzlaşma sağlanıyor. Enflasyonu düşürme programı olarak adlandırılan program kapsamında ekonomik göstergelerde iyileşme sağlansa da uzun sürmüyor. 2000 yılı sonuna doğru IMF programından sapmalar yaşandığına dair görüşlerin uluslararası finans çevrelerinde yarattığı güven kaybı bir anda 7 milyar dolara yakın sermaye çıkışına sebep oluyor. Güven kaybı, döviz sıkışıklığı ve aynı dönemde faizlerdeki sıçrama finansal sistemi altüst ediyor. Kasım 2000’deki ilk vurgunun ardından 2001 Şubat ayında yakın dönemin en büyük yerli krizi olan 2001 krizi ile yüzleşiyoruz. 2001 krizi hem likidite hem de finansal kriz olarak tanımlanabilir. Yine büyük oranlarda devalüasyon olmuştur. Krizin hemen ardından Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı devreye alınıyor. Yapısal önlemler paketi diyebileceğimiz bu program 2000 yılındaki IMF programıyla beraber, 2002’de başlayan Ak Parti iktidarının ekonomik programlarının temelini oluşturuyor. Bir sonraki yazıda 2002 sonrasına bakacağım.
Serinin Yazıları
Dönemler V - Küresel ekonomiye entegrasyon (1980-2001)
Dönemler VIII – Sonuç: Zihinsel dönüşüm
Dönemler IX – Sonuç: Siyasi dönüşüm
Dönemler X – Sonuç: Ekonomik dönüşüm
İlgili Yazılar
Yararlanılan kaynaklar
Erinç Yeldan (2016) “Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi” İletişim Yayınları
Yakup Kepenek, Nurhan Yentürk (2010) “Türkiye Ekonomisi” Remzi Kitabevi
Korkut Boratav (2019) “Türkiye İktisat Tarihi 1908-1915” İmge Kitabevi
Yalın Alpay, Emre Alkin (2019) “Olaylarla Türkiye Ekonomisi” Hümanist Yayınları